Deutsch | English
Sabahattin Şen
En az bilinen konularda insanların çok çabuk aldatıldığı, kandırıldığı, yanlış yönlendirildiği bilinen bir gerçek. Sanat denilince her zaman bu gerçekle yüz yüze geliriz.
Özellikle de sanatın tinsel değerlerinin çekiciliği, sanatçının yaratıcılığı insanların ilgi odağı olmasını sağlayan yaratıcı gizemliliktir bunun nedeni. Anlaşılmasının zor olmasını sağlayan gizleri bir çekim gücü oluşturuyor. İnsan kendini sanatta aramayı sürdürerek ileri bir düzeyi yakalamanın ağır yükünü taşımaya çabalıyor. Bir bakıma sanatla niteliğin yükselmesi bir arada tutuluyor.
İçimizdeki duygular tükenmedikçe sanat da tükenmez. Duygu ve duyarlılık her türlü gerçekten daha gerçek ve çok daha ağır. Kim olursa olsun, en iyisinden en kötü insanına dek duygularımız bizim yakamızdan hiç bir zaman düşmez. Onunla yaşar, onunla dost ve düşman olup, onunla ölürüz. Kendimizi anlmanın ve anlatmanın zorluklarını bu nedenle yenmeye çalışır, yaşamın bize bu kapsamda bir anlamının olmasını isteriz. Bir çoğumuzun erişemediği böyle bir noktaya sanatçıların erişmesi her insanda derin bir saygı ve övgüyü dillendirir. Hiç kuşku yok ki bizlerin böylesi sanat sıcaklığına her an ve her koşulda gereksinimimiz var. Kendimizi arındırmak açısından çok önemli. Kimliğimizi, kişiliğimizi bir tartıya koyabileceğimiz ucsuz bucaksız büyüklükte bir kefe. Orhan Veli’nin dediği gibi “duyuyorum, anlatamıyorum” noktasındayız süreklice. Bizi biz yapan dilimizdeki anlatım eksikliği büyük bir çöküntüyü de yaratıyor. Bunu da duyumsuyoruz işin en ilginç olanı. Eğer bizler gerçekten sanatın sıcaklığını duyumsayabilirsek içimizdeki fırtınaları erinçliğe eriştirebiliriz. Yapay ve duyarlılıktan uzak şeyler sanat diye yutturulmuşsa duygu kütlüğümüz daha da kalınlaşıp sertleşir; bayağılaşır. Yaşamsal bir kurtuluşun sağlıklı tinini yaratmanın arkasından boşuna koşarız. Kişiliğimizin zedelendiğini, istenmeyen çıkıntılarla çirkinleştiğini de sezemeyiz. Sanat denilince kendi benliğimizin en güzel noktalarına varmak demek olduğunu bir an olsun unutmamak zorundayız.
Sanatın en çok ilgi çeken dallarının başında resim yer alır. Uzun söze gerek yok. Sesin varlığı her şeyden önce gelse de duyguların ve düşüncelerin dile getirilmesinde söz yoktu; resim dili vardı. Günümzde de değer ve öneminden hiç bir şey yitirmedi. Bu bağlamda etkinliğinin gücünü ele alacak olursak yapılması gerekenin ne olduğunu da belirlemek kolaylaşır. Resim sanatı denilince doğru algılanmalı, doğru yönlendirilmeli ve doğru sunulmalı ki insanlar yozlaşmasın, bayağılaşmasın, tinsel duyarlılıkları, inceliklerin gizemlilik duyarlılığını dumura uğratmasınlar.
Değinmek istediğim noktayı bu açıklamanın ışığından sonra dile getirmek istiyorum. Bizler insan ve yaşadığımız ülke boyutunda sanatın neresindeyiz? Sanatın her alanında olduğu gibi görüntüleme(resim) doğru bakıyor, istenildiği gibi algılayabiliyor muyuz? Hep bilinen bir sözdür: “Ne ekersen onu biçersin” Biz de ne ektiğimize ve ne biçtiğimize bakarak yerimizin yükseltisini gözden geçirecek olursak karşımıza şöyle bir gerçek çıkar. Kendimiz çalıyor; kendimiz oynuyoruz. Evrensel ve uluslararası boyutta kimsenin bizim yaptıklarımıza ve yüzümüze baktığı yok. Yurtdışından alacaklarımızı yeterince alamıyoruz; verceklerimizi de veremiyoruz. Öylesine yanlış bir çark kurulmuş ki bir türlü dişlilerin arasından kurtaramıyoruz kendimizi. Bir ara RH SANAT dergisinin ilk sayılarında durumu gözler önüne seren bir yazı vardı. Ünlü galericilerimizden biri bu yakınmayı dile getirirken çok korkunç bir sonucu da açıkladı. Ülkemizde “Büyük Sanatçı, Baba Ressam, En Büyük Usta” diye nitelendirilenlerin Yurtdışında ve özellikle New York’ta tanıtımını yapmaya kalktığında elleri boş dönmüş. Büyük bir düş kırıklığı da yanında. Sanat sıcaklığıyla beslenmek yerine duyguların buz tutmasına neden olan ıvır zıvırlarla beslenmiş bir toplum ve ülke olduğumuz kolayca anlaşılıyor. Sonuca göre büyük bir ders alınması gerekiyordu. Eninde sonunda Türkiye’nin kendi gerçeğine eğileceği günlerin en kısa sürede gelmesi beklenirken bugüne dek o bozuk paslı ve iş görmez çarklar dönmeyi sürdürmekte. Evet, biz nereye gidiyoruz?
Bizler battıkça daha da batan bir kıvrımlar burgacında yürümeyi sürdürerek ne gibi önlemler almamaız konusunda ortak bir noktayı bulmuş değiliz. Kaldı ki o ortak noktayı arayıp bulmaya da gerek yok. O nokta apaçık ortada duruyor. Sanatın evrenselliği neredeyse o nokta da orada. Bizlerse o noktadan nasıl uzaklaşacağımızın oyunlarını oynuyoruz. Bugüne dek yapılan yanlış yatırım ve değerlendirmelerin acısını yine bu toplumdan çıkarmak istercesine sanatsal bir aydınlğa sırtımızı dönerek yol almak istiyoruz.
Belli bir açılım sağlamaya yönelik bienal gibi girişimlerimiz olsa da devede kulak denilecek bir etki yaratıyor. Aydınlanma ve bilinçlenme sanatın ortaya konulduğu her yerde kendini göstermeli. Eleştirmenler, okullar, galeriler ve müzeler bir yarış içine girebilmeli ki insanlar ve toplumun baksını bu yönde odaklayabilelim. Öylesine bi çaba ve hızla yapılanmalı ki bizden önde olanlara yetişebilelim. Bugünkü koşullarda kim bize bu hızı yakaladığımızı söyleyebilir? Her şeyden önce geçmişe dayalı bir sanat bilincinin oluşmasıyla ivme kazanılır. Ortada yalancı pehlivanlar gibi kendini büyük usta diye öne sürenler. Onlara destek olan kurum ve kuruluşlar( galeriler, müzeler, sanat okulları gibi) gerçek anlamda o bilinci yakalamalı. Devede kulak olacak çabalarla, üç beş kişinin doğruyu dile getirmesiyle baılmı ediliyor. En ilginç olanı da doğrular şimdiki çıkarları zedeliyor diye dışlanıyor. Toplumda gerçek sanat bilinci yerine sanat bilinçsizliği yayılıyor
Eline fırçayı boyayı, tuvali, kağıdı, kalemi alan yanlışlıklardan elde edilen gelirlerden kendine de bir pay düşsün istiyor. Sanata her türlü emeği veren, yıllarca sanatın çilesini çekenlerin anlaşılmasına olanak tanımanın zorluğu, bir çok kişiyi sanat olmayan ve sanatmş gibi gösterilen bayağılıkla kokuşmuşluğu tanıtmak daha kolay geliyor. Sanatseverlerin yanlş yatırım yapmalarına neden olunuyor. Bir gün geliyor; tekke düşüyor ve gerçek anlaşılıyor. İş işten geçtikten ve sanat alıcısı sanat severin beş para etmez çalışmaların yaptığı yatırımın zararını kapatamıyor. Durumu biraz daha değerlendirenlerin kendileri bir galeri aıklanmanın acısını başkasından çıkarmaktan başka bir yol bulamıyor. Böylece o da kazıklanarak uğradıı zararı başkalarını kazıklayarak gidermeye çalsıyor. Biz bunlara nitelikli değil, nicelikli bir artışın değersizlik üretmesi diyoruz.