Deutsch | English
Sabahattin Şen
Doğru bir açıklama için milyonlarca yıllık insana inmek gerekiyor. Daha da gerilere en az iki milyon yıl gerilere bakmalıyız.
Hayvanların korkusu gibi insanda da korku en etkin bir içgüdüydü. Yaşama karşı sürekli büyük tehlikeler ve bu tehlikelere karşı eli kolu bağlı kalma duygusunun yarattığı ölüm korkusu birike, birike beyinde çözüm arama bilincine doğru değişime uğradı. Beyin devreye böylece girmiş oldu. Yaşadığı koşullarda elinden çok şey de gelmiyordu. Bir buluştan yeni bir buluşa geçiş onbinlerce yıl içinde gerçekleşiyordu. Derdini anlatmak için konuşmayı nasıl bulduysa tehlike yaratan güçlere karşı da kendini geçen zaman içerisinde en ilkel yöntemlerle korumak istedi. Özellikle vahşi hayvanlara ve doğanın gücüne karşı en iyi sığınak mağaralardı. Kendini ne denli korursa korusun beklemediği anda ölümler yakasını bırakmıyordu. Hiç beklenilmeyen anda yakalandıkları sayrılıklara ne bir anlam, ne de bir çözüm bulamıyorlardı. Görünmeyen güçlere bağlandı nedenleri. O güçler ne kendilerine ne de doğadaki bir başka canlıya benzemediği ancak onların da elleri ayakları yüzü gözü ve bir bedeni olmalıydı. Kimi zaman koruyucu gizli bir güçten yardım istedi; kimi zaman da ona düşman olan görünmez güçlerle savaşmak zorunda kaldı. Onlara kendilerinden daha başka biçimler vererek olağanüstü varlıklara dönüştürerek korkulması gereken bir görünüş kazandırdılar. Kimi zaman güzelliklerin en güzelini yaratmak istediler. Kendilerini yaratanı yaratan bir varlık oldu. İnsan kendi içindeki yaratıcılığa böylece erişti. İçlerindeki çözümsüz anlamlara da yaratıcılıkla çözüm aradılar. Yaşanılan her dönem ve çağa göre yaratıcılık ortaya çıktı. Her dönemin sorunlarına en uygun tanrı arayışı sonucunda tanrı yontuları ve resimleri yaratıldı. Tanrıya karşı görevler yüklenildi. Yontular, resimler ve tapınaklar yapıldı.
Eski Yunan dönemine gelindiğinde tanrılar her açıdan işlevlerine göre insan görünümünün de ötesinde güzelleştirilip güçlendirilerek tanılara insanlarda olanların en güzeli, en güçlüsü ve en sağlam yapıdaki özellikleri kazandırıldı. Zeus, Afrodit, Apollon, Hermes, Artemis, Athena gibi tanrı ve tanrıçaları olağanüstü estetik ölçülerdeki duyarlılıkla yüceltilen resim ve yontulara dönüştü. Her biri eşsiz güzellikte olan tapınaklar yapıldı. Çünkü insanın korkusu yerli yerinde duruyordu. O korkular tanrılara ilişkin korkutan, ürküten mitolojik anlatımlara aktarıldı.
Günlük yaşamına da daha çok çeki düzen vererek güzelleştirmek isteme duygusu da yerleşim yerleri kurdukça gelişti. Bu kez durumu iyi olanlar diğerlerine göre bu ayırımı göstermek için daha güzelini ve daha gösterişli olanları elde etmeye yöneldi.
Bugün de insandaki bu dini duygular yerli yerinde duruyor. Bizde yok olmayan korkuların nedenleri anlaşılır duruma geldikçe bu kez insan kendini kullanılan dilin ötesinde başka bir dil kullanarak üst düzeyde anlaşılır konuma yükseltmek istedi. Kendine bakış yoğunlaştıkça yeni anlatım yolları gereksinimi da bitmedi. Günümüzde bizim ayrılmaz bir parçamız olması niteliğini yitirmedi. Beynimizin kullanılma oranı sürekli artmakta. Bugünkü ölçümlere göre genel bir ölçü ancak beynimizin yüzde beşini kullanabilecek gelişmeyi sağlayabildiğimiz. Beynimizin yüzde yirmisini kullanacak düzeye gelmek demek ışık hızıyla gidebilen ve uzayda birçok yerleşim yerlerine ulaşabilmemiz demekmiş.
İnsan duyarlılığı her zaman beyin ve yürekten önde gittiği için beyin ne olup bittiğini anlamak baskısı altında kalıyor. Bir türlü de anlayamıyor. Yaratım gücü devreye girerek erinçsizliğe çözüm ve yanıt aramayı sürdürüyor. En iyisi gizemlerin çözümsüzlüğünün ortaya çıkardığı gereklilik sanatı oluşturan bir gerekliliktir. Onsuz yaşayamayız. Milyonlarca yılda oluşmuş korkuların bıraktığı izleri yok etmek olanaklı mı? Diğer duyguları da işin içine katarsak işin içinden ancak sanatla çıkmaya yardımcı olan bir yol kalıyor. Onun da sonu görünmüyor.
İnsanın kendini yaşamdaki tehlikelere karşı korumak için başlattığı uğraşlar sonucunda yaratıcı gücü yakalaması günümüze dek sanatsal anlatımlarla gelişmesini ve gerekliliğini sürdürdü. Günümüzde geçmişin birçok korkusu aşılmasına karşın duygusal özelliğimizin yaşanılan her anı anlamak, kavramak ve anlatma gereksinimi hiçbir zaman bitmiyor. Kendi içimizdeki duyarlılıklar gücünü de yitirmiyor. Yaşarken olumlu ve olumsuz birçok şeyle karşılaşılıyor. Her insan bunları duygularıyla adlandırmaya ve anlamlandırmaya kalkıyor. İnsan var oldukça duyguların etkisi ve baskısı da olacaktır. Artık insan kendini yücelten ve güzelleştiren bir dilin egemenliği altında yaşamak zorunda olduğunu biliyor. En ilkel dönemde eliyle beyni arasında henüz bağlantı kurmamışken korumasız bir konumdaydı. Ellerini araç gereç yapmak için kullanmaya başladıktan sonra günümüzdeki çağdaş düzeye de ulaştık. Ellerimizin işlevleri de olağanüstü gelişmeler gösterdi.
Ellerimizi kullanmamayı nasıl düşünemiyorsak sanatsal anlatımım dilini de kullanmamak gibi bir şansımız yok. Hele insan kendini daha iyi tanıyıp daha da uygarlaştıkça sanatsal anlatım diline gereksinimi de o oranda baskısını sürdürecektir. Yaşamın her alanı sanata yeni kapılar açıyor. Gökadasının kara deliği gibi insanı us ve mantık dışında içine çekiyor ve çekecektir de.