Deutsch | English
Sabahattin Şen
Özellikle ülkemizdeki sanatın görsel alanında bugünkü gelinilen görünümünün gelecek açısından açıkça değerlendirlmesinin zamanı geçip gidiyor.
Kimi cüceler sanatta yaratılan karmaşada alanı boş bulmuş ha bire yükseklerden atıp tutuyor. Bunca atıp tutmalar, çabalar ve yatırımlara karşın Türkiye’de sanat kendini gerektiği gibi dış dünyaya açamamış, yeterliliğini kanıtlayamamıştır. Anlamamız gereken şey, içinde bulunduğumuz konumdan kurtulmak için doğru yöntemlere baş vurmalıyız. Can alıcı bir noktanın aşılarak ucuz değerlendirmelerle bir yere varamayacağımızı bilmemiz gerektiğini, varamadığımızı unutmamalı ve uyumamalıyız… Her şeye karşın sanat kendi akışı içinde kendi kendimizi altamamız sonucunda hızla elimizden kaçarken bizler gelin-güvey olmayı sürdürüyoruz. Üstelik de çok bilinçli bir eşgüdümle. Bence hiç yoktan ve olmayanı var göstererek ortaya “Usta yada Büyük Usta” diye sanat için en üst düzeyi vurgulayan, henüz ayırımına varamadığımız, yanına yaklaşmadıımız evrenselik, yutturmaca oyunlar için kullanılıyor. Neyin ne olduğunun anlamını bilip anlamdan, bilip de bilerek anlamamış görünmek; bile, bile böyle yapmak sanatın umurunda değil. Batarsa ülkenin sanatı bataklığa sürüklenir; sonunda da batar. Bir bakıma perşembenin gelişi çarşambadan belli oluyor. “Usta yada büyük usta” olmayanları ortaya bu anlamda sürmenin yıkımlarını görmemezlikten gelmek bize çok pahalıya patlıyor. Buna dur demenin bir yolu yordamı olmalı.
Kimse kendini, karşısındakileri ve ülkeyi aldatmaya kalkmasın demenin yararı yok. Yapan yapıyor, kimseye aldırmadan. Ne yaparlarsa yapsınlar sığ sularda gemi yürütmeye kalkmanın hiç bir yararı yok. Ne denizleri ne de okyanusları aşamayız. Bize okyanusları, denizleri aşıracak ustalıkta gemi kaptanları gerek. Sanatı karton gemilere yüklediğinizde ortada ne sanat kalır ne de sanatçı. O gemiye binip de sanatı yüzdürdüğünü göstermek isteyenler de insanlık adına çok büyük bir suçu da üstlenmek zorundalar. Daha açıkça söylemek gerekirse bu aldatmacanın sonu kendimizi aldatmaktan öteye gitmez. Ülkemizi ve insanımızı düşünmek zorundayız. Gerçekleri bir görmek istemezsek gerçekler bizi ezip geçer. Ezip geçiyor da…
Yaşamının hiç bir döneminde çağdaşlığı ve evrenselliği yakalayamamış olanlara “Büyük Usta yada Usta ” demeye kalkarsanız sanatın doruğunda sanatın gerçegiyle yol alanların karşısında yalnızca alay konusu olunur. Ortaya çok acı bir güldürü çıkar. O güldürünün acısını koskoca ülkenin gelecek kuşakları çeker. Bu noktada bu denli alaya gereksinim duyulmasına karşı anlamamak isteme direncini anlaşılabilmiş değil. Özellikle Almanya’ya göz atıldığında bu tür alaylara karşı çok büyük önlemler alınmış. Büyük çabalar gösterilerek evrensellikten ödün vermemenin semereini alıyiyorlar. Günümüzde övünecek denli çok sayıda büyük usta çıkarabiliyor ve Picasso’dan sonr sanatta yeni bir atılım yaratan Beuys’la karşılaşıyoruz. Var mı bizde buna yaklın bir boyut? Dışarıdan görünüşümüz gerçekten alay edilecek denli düzeysiz ve niteliksiz yaklaşımlardan başka bir şey çıkarmıyor karşımıza. Bu inat, bu direniş bu kendini bilmezlik niye? Türkiye bunların karnını gereğinden daha çok doyurdu, besledi, semizleştirdi. Hiç hak etmedikleri bir yaşam biçimi sundu. Sanat diye çağdaşlıktan uzak boyanmış yüzey ve tuvalleri Türkiye’deki müzeleri doldurdular. Resim toplayıcılara yüksek ederlerle sattılar, yarşmalarda kendi kendilerine birincilikler ve çok sayıda değişik ödüller verdiler: verdirdiler. Bu yetmiyormuş gibi yeetersizliliklerine karşın elde ettikleri yetkilerle sanatta söz söyleyecek yetkili konumuna getirildiler; seçiciler kurullarında kararlar alıp verdiler; ülke sanatının da canına okudular. Tüm bunlar yetmiyormuşçasına şimdi de “Büyük Ustalar” adı altında niteliksizliği ek bir ödüllendirmeyle nitelikli kılmaya kalktılar. İnanılır gibi değil. Bu ülke bunu hak etmiyor!
Ben söylemeyeyim, o söylemesin, sen söyleme, derken işler daha da sarpa sardı. Meydanı da boş buldular. Yeni kuşakların beyni bulanmaya başladı. Yeni çözümler aramaya koyuldu. Yeni kuşak artık eskisi gibi değil. İçeriye kapanıklıktan kurtulma yolunda. İnternetle dünyaya açıldıklarından beri ülkemizle diğer ülkeler arasındaki büyük boşluğu görebilme olanağını elde ettiler. Ettiler etmesine de bu kez kafaları “Usta, Büyük Usta” kavramı karıştırmaya başladı. Ülkemizde sözü geçen yerde bulunmaları nedeniyle sözüm ona bu büyük ustalara karşı çıkamanın bir bedelinin olduğu korkusunu yaşıyorlar. Bu bedeli ödeyecek güçte değiller henüz. Elde avuçta bir şey yok. Çoğu geçim derdine düşmüş; bunu yenmek için onlar da baklava börek türünden resimler yaparak çözüm bulmaya çalışıyorlar. İstemeyerek yaşamş oldukları çelişkilerin batağından nasıl kurtulacaklarını ve kimin kurtaracaını da bilemiyorlar. Yeniden bir bunalım yaşanıyor. Geleceğin kurtarıcısı kendileri olmasına karşın her yerden kuşatılmş durumdalar. Türk Görsel Sanatları böylesi bir açmazın içinde. Gerçek anlamda bu açmazdan kurtulan üç beş kişinin sözü geçebilen bir konumda yer alamamaları nedeniye destekleyici etkileri de olmuyor. Çünkü onlara seçiciler kurullarında, karar verici yerlerde görev verilmiyor. İpler niteliğe metelik vermeyenlerin eline tutuşturulmuş. Neyin ne olduğu gözetilmeden, niteliksizliğe bakmadan, yeterlilik söz konusu olmadan, sanatta neyin olup bittiğine aldırmadan, kendi düzeylerini nitelikli konuma getirme gereği görmeden atıp tutmayı beceriyorlar. Kendilerini geliştirme ve daha nitelikli bir konuma getrime çabası da göstermiyorlar. Hem yeterince doymuşler, hem de böyle bir güçleri yok. Picasso’yu düşünelim. Öylesine çok kazandı ki bizimliler onun yanında karınca kalır. Oysa o ölünceye dek hızını kesmeden sanata doymadan öldü. Onu içten iten büyük bir gpüüç vardı. Bu gücü olmayana ne verirsen ver, bir adım öteye gidemez. Ancak bir çok yeteneği dışlayarak salt kendilerini öne çıkaran bu kesimden insanlık sanat ve kendi adına bir kaç şey daha elde etmeyi sürdüemenin oyunlarını oynar. Bugüne dek çok şey yitirdikleri gibi bundan sonra da yitireceklerdir. Yitikliğin can çekişmeleri kendi yokluğunu diriltemez. Sanal bir varlıkta avuntu ararlar.
Eğer öyle usta yada büyük usta konumunda olsalardı ülkemizin sanatı dünya içindeki evrensel sanat alanında saygın bir yer edinirlerdi. İşın en ilginç yanı böyle bir yeri edinememişler ülkemizdeki sanatı ve sanatseverleri yanıltmaya kalkıyor. Cumhuriyet hepimize gücü oranında, kimi zaman gücünü de aşan oranlarda çok zaman ve olanak tanıdı. Ülkemizin sanatını saygın bir yere ulaştıracak olanlar ve bu yetenekte güçlü yeteneklerimizin kullanılması engeller de yoktu. Kimileri salt kişisel ıkarları uğruna verilenleri kötüye kullandı. Her şey var olmasına var da sığ göllerin kaptanları okyanusları yok saymışlar; bizlere de okayanuslar yokmuş gibi göstererek kendi çemberlerinde harman beygiri gibi dönmeyi yeğlediler. Ülkenin onlara tanıdığı olanakları kötüye kullandılar ve bugün de bu yoldan sapmadan gitmeyi sürdürüyorlar. Belki de daha da olanaksızlığa dönüştürdüler. Her geçen gün aıtarak daha da azmanlaşarak “Usta, Büyük Usta” diye utanmadan pişmiş kelle gibi sırıtıp hem ülkeyle hem de gelecek kuşaklarla alay etmeyi sürdürmeyi büyük bir başarı gibi gösterdiler. Evrensel sanatın hiç bir yerinde yer almayan bu kıytırıklar “Usta ve Büyük Usta” adıyla ortaya böyle çıkıyorlar. Sevsinler sizi; hem de çok sevsinler ki obezliğiniz artsın. Vicık vıcık resimlerinizin tinlerimiziı kirlettiğinie aldırmayın. Asalaklığınızla, sanatsal kabızlığınızla ve fosilliğinizle sürdürün yaşamınızı. Kendi gözlerinin körlüğünü bize gören gözler diye yutturmaya kalkışan sanat sürüngenleri bizleri sanatsızlığın sanat olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.
Kendi karanlıklarında hiçliğe süreklinmişliğin gerçeği karşısında tek yapacakları şeyin kendilerini “Usta ve Büyük Usta “ diye tanıtmalarından başka bir şey kalmamş ellerinde. Çarkı döndürecek yalakalarıyla kuruklari ilişkiler de tıkır tıkır işliyor. Onları eleştirecek olanlara eleştiri kapıları kapalı.Oysa dünyanın evrensel sanatının silindiri altında ezilmiş tek boyuta indirgenmiş bendenleriyle ayakta durabilecek kemikleri erimiş, yok olmuş. Sanatın derinliklerinde olmayan adlarıyla Türkiye’yi sanatsal nitelik açısından küçülttükçe küçülterek ülkemiz gerçek anlamda gülünç duruma düştü. Haydi bakalım, Kapıkule’nin dışına çıksınlar da ne denli büyük usta olduklarını görelim. Yanlış anlaşılmasın: Elbette Avrupa ve ABD de de sergi açabilenler vardır. Kimileri ağızlarının payını alarak tım tırıs ger döndü. Sanatın gerçek boyutunda olanlara da gereken değer verilmedi. Tıs, tıs gidip; tıngır, mıngır geri dönenler olmazlgın acısını yine ülkemizden çıkarıyorlar.. Her biri birer boş teneke… Ezgiden, ezgilemden uzak seslerinden kafamız şişti. Oonlarsa bıkmadılar kendi böğürtülerinden. Ülkemizin yüzünü ağartmak yerine yerin dibine de batırıyorlar. Türkiye’yi kendi ötecekleri çöplük olarak görüyorlar ve “Usta ve Büyük Usta” diye ötüp duruyorlar. Sanat açısından cennet olması gereken Türkiye onlar için bir çöplük olabilirse ancak yaşayabilecek ve saygı görebilecekler. Onlara göre Türkiye cennet; cennet olmasına ama: sanatsızlığın cenneti.
Ülkeyi sanatsal niteliksiz konumuna düşürmekte çok usta olan bu kesimin tek isteği kendi çalışmalarının satılması ve bu yolla daha da çok para kazanmaları. Bu konumlarını sürdürmek için verdikleri çabaya bakılırsa gerçekten çok büyük usta oldukları, ülke sanatını ne denli geriye sürüklediklerine bakılarak anlamak zor değil. Çağdaş hiç bir değeri olmayan ve hiç bir zaman çağdaşlık düzeyini yakalayamamış bu çarpıklıkta ustalaşmışlar, kötüye örnek alınacak bir yerde duruyorlar. Neden hiç bir yerleri kızarmaz ki?… Bu denli kart bir çiğlık olursa kaynatırsın, ancak çorba suyu olurlar.
Hemen şunu belirtmek gerek: Türk resim sanatın geçmişine bakıldığında bu kesim gençken sağa sola; oraya buraya gitmiş; görgü ve bilgileri artsın diye Avrupa ülkelerine gönderilmişler. Gerçekten baılı olmaları için de devletçe çok büyük destek gördüler. Biler de sandık ki onlar ülkemizin sanattaki kara yazgısını değiştirecekler. Değiştirmek şöyle dursun her biri yeteneksizliklerini en üst düzeye çıkarmayı kanıtlayan geriye giden, yerinde sayan daha da karartan bir yolu seçtiler. Gittikleri yerden ünlü sanatçıların birer öykünmecisi olarak döndüler. Kendi özgünlüklerini yakalayamayacak denli yetersiz ve yoz olduklarını gizlemek için ülke sanatında egemen olmak için etkili yerlere de gelmeyi başardılar. Çünkü herkes onları koyun sanıyordu. Nereden bilsinler Abdurrahman Çelebi olduklarıını. Tavşan uyanınca iş işten geçecekti. Hemen, hemen her yerde onların sözüne kulak asan bir çok kurum, kuruluş ve kişiler var. İşin en ilginç yanı da kendi çömezlerini de yarattılar, Şahtılar şahbaz oldular. Gerçeğı bilen ve konuşmak isteyenlerin önü kesilmiş olsa da günümüzde internet bağlantılarıyla yeni kuşak dünyayı dolaşmaya başladı. Dışarıya çıkma olanakları olmasa da internet yoluyla sanat konusunda kafalarına takılanlara aradıkları yanıtları bu yolla arıyorlar. “Büyük Usta“ diye kendi kendilerini göklere çıkaranların birer sabun köpüğü olduğunu yavaş, yavaş anlamaya başladılar. Zaman bizleri uyutmaya çalı uyanıklara karşı hızla ilerliyor. Bir an önce ellerini çabuk tutarak durumu kurtarmanın şaşkınlığını yaşıyorlar. Hemen yeni bir oyun çıkıyor karşımıza: “BÜYÜK USTA”
İnternet kuşağı ülkemizdeki müzelerle diğer ülkelerin müzeleri karşılaştırdıklarında büyük ustalarızın(?) doldurduğu müzelerdeki resimlerin birer boya yığını olduğunu anlayabiliyorlar. Kimin kime öykündüğü de ortaya çıkıyor birer birer. Adam apaçık ve kuşkuya hiç vermeyecek belirginlikle Feininger’in tıpkısını yaparak müzede yer almş. Yeni kuşak bu açıdan çok büyük sancılar yaşamakta. Usta diye kendi kendilerini niteleyenlerin ne geçmişi ne de bugünü bu sancıları yok edecek örnkeleri oluşturmuyor. Nasıl kazıkladıkları açığa çıkıyor. Bu ustaların(?) merhemleri olsaydı kendi başlarına sürerlerdi. Kendi arkalarına takılanlara da yeni bir hız, atılım, gelişme ve ilerlemeyi sağlayacak güçleri de yok. Onları izleyenler de onların bir alt basamağını oluşturmaktan, kötü bir öykünmecisi olmaktan iler gidememekte. Sanatı oluşturan temel değerlerden yoksunluğun acısını yeni yürekler çekerek boşa geçen sanatsal anlatımsızlığın bunalımına düşmeleri yada şarlatanlığa soyunmaları da kaçınılmaz oluyor.
Ülke sanatının sorunlarına hiç bir yanıt bulamayan, evrensel sanatın dışında kalarak ülkeyi de sanatta evrenselliğin uzağında tutanlara kim ve neden “Büyük Usta yada Usta” desin? Bunun ne bir anlamı ne bir değeri olamaz. Bu tür yollara başvurma ilkelliğinin yok edilmesi, ülkemizin gerçek anlamdaki çağdaş ve evrensel sanatla iç içe yaşaması gerek. Ülkenin uluslararsı saygınlığı olacaksa bu tür ustalardan(?) kutulmaktan başka çıkar yolumuz yok. Müzelerden onların resimleri atılmadıkça müzelerimiz de kirlilikten kurtulamaz ve iyi bir örnek olma niteliğini taşıyamaz.
Biz gelelim gerçekten Usta ve Büyük Ustanın” ne demek olduğunğuna: Rönesans dönemini ele aldığımızda üç büyük ustayala karşılaşırız: Leonardo, Rafael ve Michelangelo. Sanatta çok büyük adımlar atan bu devler neredeyse yeri yerinden oynatan değişimlerin yaratıcıları olmuşlardır. Kednilerinden öncekilerden ileride ve kendilerinden sonrakileri de etkileyen sanatçılardır bu devler. “Usta Sanatçı” deyimi onlara az gelir. Ustalık deyimi kullanılacaksa “Büyük Ustalar” demenin de yerini bulduğunu belirtmeliyim. Bizler “Büyük Ustalar” denilince bu düzeydeki sanatçıları düşünürüz. Daha sonraki büyük ustalar arasına Dürer, El Greco, Remrandt, Wermeer, Bosch gibi sanatçılar giriyor. Bu sanatçıların büyüklüğünün nereden geldiğini anlatmaya burada gerek yok. Her biri kendine özgü etkin bir köşe edinmiştir. Sanat ırmağına yeni yollar ve geçitler kazandırmışlardır. Rubens, Velazquez Tiziano, Goya, Turner gibi daha bir çok sanatçı sanat tarihi içinde yer alırken her biri sanata da damgasını vuran birer örneklerin başında yer alıyorlar. Arkasından gelen İzlenimcilik akımın yaratıcılarının kendilerine özgü yaratımları izlenimciliğin varsıl boyutunu ortaya koymuştur. Degas, Renoir, Mane, Mone, Pissaro gerçekten çok büyük ustalardı. Anlatımcılığa geldiğimizde Cezanne, Van Gogh, Lautrec, Gauguin, Modiglani, Egon Schile öne çıkarken ondan sonra gelenlere de büyük bir gelecek bırakmışlardır. Bu patlayışla Picasso doğmuştur. Gelmiş geçmiş sanatçılar içinde en büyüğü bilinen sanatçıdır Picasso. Evrensel boyutun sonsuzluğunu koymuştur avuçlarımıza. Birden bire çok sayıda akım gündeme gelerek, Matisse, Klee, Dali, Miro, Kandinsky, Braque, Mondrian, Leger, Arp, Grosz, Chagal, Kirchner, Nolde, Boccioni, Chirico, Macke, Feininger, Poliakov, Debuffet, Malewich ve bu düzeyde çok sayıda sanatçı XX. yüzyılda adlarını büyük sanatçılar arasına katabilmişlerdir. Elbette bunlar büyük ustalar, büyük sanatçılardır. Bu dönemde bizlerden kimseyi göremiyoruz. Fikret Mualla’nın hakkını yemeyelim. Fikret Mualla yaşarken karşımıza “Büyük Usta” diye çıkanların gazabına uğramıştır. Onun hakkını yiyenler onun tırnağı bile olamamş bu kesimdir. Sanırım utanmazlgın derecesi daha kolay anlaşılmıştır. Bizimkiler bu saydığım sanatçıların öykünmecisi olarak ülkemizi sanat açından kazıklarken Fikret Mualla büyük bir kişilik yakalamayı başarabilmişti.
Sanatın son dönemlerine baktığımızda bizim ülkemizde az sayıda ad olsa çağına uygun atılım gerçekleştiren üç beş kişimiz var. Sonuçta yine bunlar dışlanmak ve adlarının anılmaması gibi bir sonuçla karşılaşmışlardır. Bizim büyük ustalarımız, büyükleri geçmişte olduğu gibi bugün de içlerine sindiremiyorlardır. Günümüzdeki sanatın vardığı noktadaki büyük sanatçılara göz attğımızda yeni bir sıçramayı gerçekleştiren Joseph Beuys’u görürüz. Özellikle Almanya Beuys’la birlikte dünya sanatına ağırlığını koyan sanatçılar yetiştirdi. Beuys öldü ama; Graubner, Pink, Hödicke, Krieg, Schultze, Lüpertz, Richter, Immendorf ve Uecker dünya sanatının en önlerinde yer almayı başardılar. Avusturya’da Hundertwasser, Hollanda’dan Karel Appel ve Cobra kümesi, Bazelitz ve yapıtlarının uluslararası ederleri gözönüne alırsa kimin güneş kimin mum ışığı olduğu anlaşılır. Ülkenin sanatsal ilerlemesine hiç bir katkısı olmayanların şimdi karşımıza “Ustalar ve Büyük Ustalar” diye çıkmalarındaki iğrençliğe söyleyecek söz bulamıyorum. Kemiksiz et yığını gibiler, evrensel sanatın içinde boyutları yok. Yüzme de bilmezler. Kendi kendilerine yüzme bilir ve yarışçı belgesi vermişler. Atlasınlar bakalım denizin derin sularına, boğulmayacaklar mı? Yarış havuzuna atlamasını bile bilmezler. “Cumt !…” diye düşer ve boğulurlar. Biz de “Büyük Ustamız öldü diye üzülürüz. Tam yüzme öğrenecekken ömürleri yetmedi yorumu yaparak burnumuzdan kıl aldırmayız. Arkalarından kitaplar dolusu söylenceler yazarak onlar icin en büyük saygıyı gösteririrz. Bunu yapacak çömezleri de onlar yetiştirdi; çünkü…
“Usta ve Büyük Usta” kavramına bir başka yaklaşmak gerekiyor. Ya sanatçıdır, ya değildir. Sanata ve sanatçıya ustalık gibi yakıştırmalar çok yanlış. Marangoz, terzi, nalbant, araba onarımcısı ve buna benzer dallarda usta ve büyük ustalığı anlarım. Sanata gelince artık bu kavramlardan uzak, yerine oturmuş olanını kullanalım. Bir dönem sanatçıların yanında çalışanları usta çırak ilişkisi biçiminde söylemlendirilmiş olması bir bakıma anlatım kolaylgı sağlanması diye düşünülebilir. Kimi dillerde usta sözcüğünün çok kullanılması sanatsal kapsama da girebiliyor. Bir zamanlar Alman ZDF televizyonu “100 Meiter Werk” adı altında “ 100 Usta Çalışma” diye tanıtıldı. Almanca sözlüğe baktığınızda Almanlar yapıta da Werk diyorlar. Bizim dilimizde sanatsal bir çalışmaya yakışan “yapıt sözcüğü var. Yapıtın yaratıcısı da usta değil sanatçıdır. Belki de “Usta, Büyük Usta diyenler kendi açılarından haklı olabilirler. “Biz büyük sanatçı demek istemedik!” dediklerinde şaşırıp kalabiliriz. Savı öyle düşündüğümüzde karşımıza, onların “Ustal ve Büyük Usata” dedikleri kişiler, boyayı ve rengi ustaca kullanan çok becerikli ressamlar diye nitelendirilmiş olabilirler. Doğrusunun da bu olduğu anlaşılıyor. Usta ressam neden olmasın. Resim yapabilen herkes ressamdır. Burası kesin. Her ressam sanatçı olamaz, bu da kesin. Ortada ustaca bir bir oyun var bes belli. Bu ustaların sanatsal yaratıcılk anlamını verecek biçimde de ayrı bir söz becerisi ustalğına gidildiğine de tanık oluyoruz. Bu sanatın neyini kurtaracak, o da ayrı bi yaramız. Sözle peynir gemisi yürütülebilirse böyle yürütülür işte. Gerçekten de büyük ustalık…